2011 yılının ilk günlerinde ‘Bilgi’de porno krizi’ isimli haberle tartışmaya başladığımız akademik özgürlükler sınırı kavramı, özünde içerisinde bulunduğumuz hazin durumu gözler önüne seriyor. İnternette kısa bir ‘porno nedir’ temalı araştırma, toplumun bilinçaltını açıkça ortaya koyuyur.
Bilgi üniversitesinde yaşanan meseleyle ilgili olarak konuşulacak sorunsalları çoğaltmak mümkün. Örneğin;
- Günümüzde ‘özgürlükler’ diyarı olarak kendini sınıflandıran bir üniversiteden apar topar ‘kovulan’ akademisyen kavramı,
- Tepkiler karşısında, üniversitenin tutumu ve yaptığı açıklamanın aslında durumu bir türlü açıklayamamış olması,
- Bilgi üniversitesinin ‘göstermelik’ özgürlükçü duruşu. Bundan önce de sendikalı oldukları gerekçesiyle işten çıkarılan temizlik işçileri,
- ‘Bir porno film, akademik olabilir mi’ zihniyeti,
- Türkiye’de porno kültürüne genel bakış açıları,
- Çıkan haberden sonra, yetkili / yetkisizlerce yapılan açıklamaların seviyesizliğinin asıl sebepleri.
Liste uzatılabilir. Bilgi Üniversitesinde yaşanan durum ve ardından gelen süreç özgürlükçü üniversite zihniyetin ne durumda olduğunun apaçık bir göstergesi. Apar topar, bir mail vasıtasıyla ‘işine son verilen’ 3 akademisyen, okul yönetiminin toplanıp bu kararı çoktan vermiş olması ve akademisyenlerin ‘ilişiğinin kesilmesi’ kendisini özgürlük ile tanımlayan üniversitenin, akademisyenlerini aslında tüccar, öğrencilerini de müşteri gibi gördüğünün kanıtıdır. Yönetimin onaylamayacağı bir çalışma yapıldığında kişiyi kapının önüne koyar, bunu da tamamen otoriter bir tavırla gerçekleştiririz zihniyeti. Üniversiteden yapılan yazılı açıklamada:
“ Üç öğretim elemanının Üniversitemizle ilişiğinin kesilmesi ile sonuçlanan süreci başlatan olaydan Üniversite Mütevelli Heyeti’nin, Rektörlüğün, Genel Sekreterliğin ve ilgili Fakülte yönetiminin haberdar olması, konunun basına yansıması sonrasında gerçekleşmiştir. 1 Ocak 2011 Cumartesi günü Rektörlük tarafından başlatılan ön soruşturma sırasında, söz konusu projenin “ne bilimsel, ne sanatsal, akademik hiçbir vasfının bulunmadığı, bu nedenle bir eğitim kurumunda yapılmasının, hatta akademik değerlendirmeye tabi tutulmasının hem etik, hem de profesyonel ölçüler bakımından doğru olmadığı” değerlendirilmiş ve “pornografik özellikler taşıyan” bir film olduğu tespit edilmiştir.” diyerek ne kadar tepeden inme ve yüzeysel bir bakış açısına sahip olduklarını zaten anlatmışlardır. Devamında;“
Sürece dair bilgi paylaşımında birinci önceliği öğrencilerimizin saygınlığının korunmasına veren Rektörlüğümüz, bu konuya dair Üniversitemiz mensuplarından gelen tepkileri saygıyla karşılamaktadır. Kurumumuz içerisinde yapılan tartışmaların “akademik özgürlükler ve sınırları” bakımından, yalnızca Üniversitemize değil tüm ülkemizin entelektüel düşünce dünyasına katkıda bulunmasını ummaktayız.” cümleleriyle akademisyenlere de gereken ültimatomu vermişlerdir.
Bilgi Üniversitesinden sonra, çeşitli üniversitelerin İletişim Fakültesi dekanlarına da böyle bir çalışmayı kabul edip etmeyecekleri sorulmuş, verdikleri cevaplar kimseleri şaşırtmamıştır. Sorulanlar arasında en özgürlükçü sayılabilecek Galatasaray Üniversitesinden gelen cevap ‘kibarca’ hayır, en ‘totaliter’ cevap ise Dokuz Eylül Üniversitesi Sinema-TV Bölüm başkanı Prof. Dr. Oğuz Adanır’dan gelmiştir. Adanır, “Akademik özgürlüğün sınırlarını sorgulamak istiyormuş. Bir öğrenciye düşmez bu özgürlüğü sorgulamak, o akademisyenlerin işidir. Akademisyen olduğu zaman isterse o da sorgular. Öğretmenlerin kovulması ise yersiz ve gereksiz bir tepki. Bir uyarı gibi bir şey olabilirdi ama işten atma olmamalıydı diye düşünüyorum.” diyerek, adını kızgın ve fevri akademisyenler tarihine altın harflerle ‘kazımıştır’.
Öğrencilerin yapabileceği akademik çalışmaların yalnızca ‘akademisyenler’ tarafından belirlenen sınırlar dahilinde ortaya konması, korku verecek cinsten. Üstelik azarlayan profesör tavrı, rektörlerin neden bir akademisyeni sorgusuz sualsiz, kaba tabiriyle kapının önüne koyduğu gözler önüne seriyor. Mesele biraz, balık baştan kokar’a dayanıyor.
Burada Porno Kültürü ile ilgili konuşulması gereken bir nokta var. Porno, yaklaşık 40 yıldır feminizm içerisinde de ayrıca tartışılan bir konu olma özelliğini koruyor. İçerisinde tamamen erkek egemen zihniyet unsurlarını barındıran porno, kadın ile ilgili dış görünüş, seksüel davranış biçimi ve ardında da kadın kavramını yine erkek egemen bakış gözetiminde inşa eden bir sektördür. Porno dendiği zaman gelen itirazların temelinde yatan asıl sebepte budur. Çünkü inşa edilen kavrama göre porno denilince akla gelen ilk unsur bir kadın bedeni ve onun sömürüsüdür. Bunu değiştirmek, yeni politikalarla mümkün olacaktır.
Bu politikayı oluşturacak şey ise geçtiğimiz günlerde yapılan, Avrupa'nın ilk feminist porno ödülü 'İstiridye' olabilir. Almanya'nın başkenti Berlin'de düzenlenen 1. Avrupa Feminist Porno Film Ödülü sahiplerine verildi. Feminist pornografi (FemPorn) için mücadele eden 'sekspozitif' feministler veya 'PorYes' olarak adlandırılan kanat 70'lerden beri varlığını sürdürüyor. Alman 'PorYes' aktivistlerinin girişimiyle yapılan 'İstiridye' de cinsiyet ayrımcılığı yapmayan, kadınları aşağılamayan, kadınların da zevkle izleyebileceği erotik filmlere veriliyor. Ödül, pornografinin kendisine değil ama cinsel klişelere, insan onurunu hiçe sayan ve erkek egemen bakış açısıyla üretilen porno filmlere bir karşı duruşun ifadesi olarak görülüyor. Filmler değerlendirilirken kamera arkasında kadınların bulunup bulunmadığı, kadınların aldığı cinsel hazzın nasıl yansıtıldığı, farklı cinsel eğilimlerden, 'ideal' bir fiziğe sahip olmayanlara yer verilip verilmediği, yaş ve etnisite ayrımcılığı yapılıp yapılmadığı gibi pek çok kriter göz önünde bulunduruluyor, feminist ölçütlere uygunluklarına bakılıyor.
‘Değişim’ kelimesini neredeyse öznesi olarak gören feminist siyasetin, dünyada değiştirilmesi gereken zihniyet olarak gördükleri erkeklere ulaşmasını sağlayacak çok kolay bir araç porno. Öncelikle yaratılan porno tanımının yeniden inşaası, ardından da başka bir porno kültürü oluşturmak gerekiyor. Bu sebepten ötürü de bu oluşumun desteklenmesi, yayılması ve üzerine de akademik çalışmalar yapılması gerekiyor. Zihniyetin değişimi için, insanlara ‘kolay olanı’ göstermek gerekiyor ve feminist porno da işte burada devreye giriyor.
Tam da bu noktada, dönüp Türkiye’ye bakmak gerekiyor. Porno meselesi, Türkiye’de tam bir ‘kadın metalaştırması’ bilincindeyken, küreselleşen dünyada artık bir politika halini almış ve görünür kılınması amacıyla ödül törenleri bile yapılan bir oluşumun konuşulmaya başlanması gerekiyor. Pornografiyi akademik camiada tartışmaya açanlara ve açılmasına destek olanlara engel olmak bilimsel özgürlüğün, yeni tartışmaların önünü tıkamaktan başka bir şeye işaret etmiyor.
Feminist siyaset yoluna porno unsurunu da katarak devam etmelidir.