16.12.10

Hatay mı?



asi.


Herşeyi anlıyorum da bilgisayar ekranına bakarken kendini bir anda google maps'ten Hatay-İstanbul arası şehirlere bakıp, arada kalanları hayal eder halde bulmak ne demek oluyor?





13.12.10

Allianoi yok oldu, peki sıradaki?

en güzeli yer altındaki Allianoi.


Bizler, henüz Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun ‘Allianoi diye bir yer yok, orası antik kent değil’ açıklamasına şaşırıp hayıflanırken Allianoi’un üzeri kumla örtüldü bile. Gelecek nesillere aktarılacak, gerektiğinde kolayca baraj suları altından çıkarılacak (!?) denerek, bilimsel heyetin söyledikleri tamamen yok sayılarak üzeri kumla kapanan ve ardından sular altında kalacak ‘oradaki’ antik kent Allianoi, artık yok.

Günümüzde Türkiye’de nedenini kimselerin anlayamadığı bir talan politikası var. Çevre ve kültür talanı ise bunlardan sadece biri. Yok edilen arkeolojik sit alanları, restore edeceğiz denilerek kapatılan ama bir türlü yenilenemeyen sanat mekanları var. Barajlar ve köprülerle yok edilmek istenen yeşil alanlar var konuşulması tabu olan ve hakkında konuşanın da başbakanca ‘çapulcu’ ilan edildiği. 21. yüzyıl dünyasında Türkiye, arkeolojik kalıntıları tüm dünya geçmişini aydınlatabilecek düzeyde iken bunu yadsımayı tercih eden ülke benim gözümde. Diğer ülkelerin, herhangi bir kalıntıya verdiği değeri görmezden gelen ülke. Kültürel mirası önemsemeyi ‘boşluk’ sayan yöneticilerin var olduğu; benim kültürel mirasıma duyduğum saygı ve merakı bünyesinde zerre barındırmayan, bana ait olanı yok ederken fikrimi sormayan, çıkardığım sese de  ‘Herkes kendi işini yapsın’ ukalalığını gösterenlerin Çevre ve Orman Bakanı olduğu, ‘Elimden birşey gelmez’ diyenlerin Kültür ve Turizm Bakanlığı yaptığı ülke. Aslında yapılacak baraja değil ‘zihniyete’ karşı ses çıkarmaya çalışan fakat seslerini iktidarın gücü yüzünden hep ‘baraj istemeyenler’ olarak duyurmuş insanlarda var benim yaşadığım yerde. Allianoi’nin bir kısa uğraşla, ‘devlet babanın’ desteğiyle korunabileceğini söyleyen, alternatif koruma yöntemlerini kafa patlatıp ortaya çıkaran  bilim insanları da var. Tabii hiç bir getirisi olmamasına rağmen ısrarla yapılmak istenen baraja alternatif çözüm önerileri sunan insanlarda var.

Allianoi , Zeugma ve diğerleri yok oldu, Hasankeyf kavgası devam ediyor. Peki ya sıradaki?


3.12.10

Hangi İnsan Hakları? ‘Erkeklerin sevgisi her gün, 3 kadını öldürüyor!’





Türkiye’de, yani henüz açlıkla boğuşan, sadece yaşamaya çalışan ya da insanların bazen ‘insan’ olarak görülmediği ülkede, insan hakkı kavramının henüz ‘üst seviyede’ algılandığı, hakkının olduğunun farkında olmayan insanlar varken, Documentarist hepimize insan haklarını yeniden hatırlatmaya, fark ettirmeye girişiyor.


Documentarist’in düzenleyicisi olduğu İstanbul Belgesel Günleri'nin ilk kez geçen yıl yan etkinlik olarak düzenlenen 'Hangi İnsan Hakları?', bu sene çerçevesini daha da genişletiyor. Geçen yıl ‘Cezaevi’ konusuna eğilmiş, konuyla ilgili filmler göstermiş, Viva Palestina konvoyundan konuklar ağırlamış ve ölümünün 25. yıldönümünde Sırrı Süreyya Önder'in sunumuyla Yılmaz Güney’de anılmıştı 10 Aralık İnsan Hakları günü vesilesiyle 8-11 Aralık 2010'da üç ayrı mekanda gerçekleşecek bu seneki etkinliğin ana teması ise ‘Kadına yönelik şiddet ve onunla mücadele biçimleri’ olarak belirlendi. Programda Türkiye'de ilk kez gösterilecek olan filmler, önemli konuklar, aktivist film üreten kolektiflerle söyleşiler, panel ve gündelikçi kadınlarla ilgili bir forum tiyatro etkinliği yer alıyor. Etkinlikler bu sene Cezayir Restaurant, Tütün Deposu ve Hollanda Konsolosluğunda gerçekleşecek.


Etkinlik kapsamında, Burmalı muhalif lider Aung San Suu Kyi ile ilgili yeni bir belgeselin de aralarından olduğu uzunlu kısalı 30'a yakın film gösteriliyor. Filistin'de bir İsrail buldozerinin altında kalarak can veren Rachel Corrie'nin dokunaklı hikayesinin anlatıldığı ‘Rachel’, Özlem Sulak'ın İstanbul'da ilk kez seyirciyle buluşacak ‘12 Eylül’ adlı filmi, tanınmış video sanatçısı Hito Steyerl'in Türkiye'de hiç gösterilmemiş ‘Kasım’ (November) adlı sarsıcı çalışması, Locarno başta olmak üzere bir çok saygın festivale seçilen İsveç yapımı ‘Geçmiş Seni Çağırıyor’, Hangi İnsan Hakları? etkinliğinde yer alan filmlerden bazıları.




Burma'nın Korkusuz Leydisi Aung San Suu Kyi

Burma'da askeri cuntaya on yıllardır meydan okuyan ve geçtiğimiz günler ev hapsi sona eren Aung San Suu Kyi, bir belgesele konu oldu. Aung San Suu Kyi - Burma'nın Korkusuz Leydisi adlı film, "DOCUMENTARIST - Hangi İnsan Hakları?" kapsamında İstanbul seyircisiyle buluşuyor. İlk gösterimi 8 Aralık Çarşamba Saat 20:00’de Cezayir Restaurant’ta yapılacak.




Cesur bir direnişçi: Rachel Corrie

23 yaşında Gazze'de Filistinli bir ailenin evinin yıkımına karşı barışçıl eylem düzenlerken bir İsrail buldozeri tarafından ezilerek öldürülen Rachel Corrie, çağımızın en cesur kadın kahramanları arasındaki yerini çoktan aldı. İsrail asıllı Fransız vatandaşı usta belgeselci Simone Bitton'un, Uluslararası Dayanışma Hareketi üyesi Corrie'yi yazdığı günlükler ve arkadaşlıklarının tanıklıkları üzerinden anlatan Rachel'in festival gösterimleri İsrail lobisi tarafından sürekli engellenmeye çalışılmış, ancak film insancıl karakteriyle gösterildiği her ortamda büyük yankı uyandırmıştı. 9 Aralık Perşembe akşamı Saat 20:00'de Dutch Chapel'de izleyebilirsiniz.


Adalet İçin Tarafım: Pınar Selek’in Yanındayım ve Kadınlar Grevde isimli kısa belgeseller, Türkiye’deki insan hakları kavramının ne durumda olduğuna biraz daha yakından bakmayı sağlıyor.


Çocuk Gelin isimli belgesel erken yaşta ve zorla evlendirmelerin insan hayatı ve toplum üzerindeki etkilerini gösteriyor. Sosyal Demokrasi Vakfı da (SODEV) 2008 yılında Türkiye’deki çocuk yaştaki zorla evlendirmelere karşı farkındalık sağlamayı hedefleyen ‘Evlilik Değil, Evcilik’ isimli kampanyayı Diyarbakır, Şanlıurfa ve İzmir’de yürüterek konunun TBMM gündeminde konuşulmasını sağlamıştı. Çocuk Gelin isimli belgeselde de yurt dışında yaratılan çocuk gelin kavramı üzerinde duruluyor.


“Erkek Egemen Sistemde Şiddetle Mücadele”

Heteroseksüel erkek egemen toplum tarafından kadına yöneltilen şiddet karşısında örülen mücadele biçimleri; kadın ve eşcinsel direnişlerin örnekleri, örgütlülüğü ve yaratıcılığı üzerinden yükseltilen dayanışmanın tarihine odaklanan panel, şiddet karşısında inşa edilen, diriltilen, yenilenen deneyimleri kadınların yaşam olanakları üzerinden tartışmaya açmayı, kadınların özgürlüğü ve eşitliği mücadelesi ekseninde değerlendirmeyi hedefliyor. Etkinlik 11 Aralık Cumartesi günü Saat: 19:00’da Tütün Deposunda gerçekleşecek.


Katılımcılar: Nihal Kuyumcu (İstanbul Üniversitesi), Habibe Yılmaz Kayar (KAHDEM - Kadınlara Hukuki Destek Merkez Derneği), Filiz Karahasanoğlu (Mor Çatı gönüllüsü),Esen Özdemir (Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu), Zeynep Özdal (KİHEP: Kadının İnsan Hakları–Yeni Çözümler Derneği), Eylem Çağdaş (Kadın Kapısı)
Moderatör: Gülnur Elçik


Söz, aktivist filmcilerde













Filmmor Kadın Kolektifi, Lambdalı Kadınlar, Özgür Açılım Kolektifi gibi belli alanlarda filmler üreten sinema kolektifleri son çalışmalarını paylaşarak hem kendilerini hem de kendi dünyalarındaki sorunları anlatıyorlar.


Bazı insanlarca şimdiye kadar aslında hiç ‘var olmamış’, bazıları tarafından ‘bilinmiş’ ama uygulanmamış, kiminin ise artık hatırlamadığı İnsan Hakkı kavramını tekrar hatırlamamız, yeniden öğrenmemiz gereken bu çağda ‘Hangi İnsan Hakları?: Kadınlar, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele günü sonrasında bizleri tekrar düşünmeye ve konu hakkında ufkumuzu açmaya çağırıyor, sadece insan olmanın hak sahibi olmak için yeterli olduğunu hatırlatıyor.

10.11.10

Peynirliyumurta.Çarpan cinsten!



Yaşarken  gördüklerimiz, hissettiklerimiz, baktıklarımızın yanında ve en derinde bir de itiraf etmediklerimiz var.
Biri, herhangi bir yolla deşmedikçe asla dışarıya çıkmayacak irin.
Çıktığı zaman ise kimselerin dokunmaya cesaretlenemediği, yerine göndermeye niyetlenemediği “kızıl” zamanlar!
Hepsini tek tek gözden geçirmek için, peynirli yumurta!

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, SDKM – Oda Tiyatrosu’nda.
Kimi zamanlarda.
Yolu düşene.
(çokbeğenmişimresmen.)

Greengrass.

green.


“lay your head where
my heart used to be
hold the earth above me
lay down in the green grass
remember when you loved me

come closer don't be shy
stand beneath a rainy sky
the moon is over the rise
think of me as the train goes by
clear the thistles and brambles
whistle didn't he ramble
now there's a bubble of me
and it's floating in thee
stand in the shade of me
things are now made of me
the weather vane will say
it smells like rain today
god took the stars and he
tossed 'em can't tell
the birds from the blossoms
you'll never be free of me
he'll make a tree from me
don't say goodbye to me
dscribe the sky to me
and if the sky falls mark
my words - we'll catch mucking birds.”

                            tomwaits. 



renkligevreküzerine.



renkligevreklerizbiz.


Başka insanlar, başka dünyalar, başka rüyalar. Her birimiz bu kadar farklıyken bir arada yaşamak biraz “garip”leşiyor. Yoruyor. Bir atsak egolarımızı, bir farkına varsak farklılıkların, bir anlasak farklılığın sayesinde farkındasın olanlardan. Bir sıyrılsak buralardan!

Başka bir yer mümkün mü?

Sanmam.

Sen, ben buralarda oldukça sıkışıp kalmaya, özgürleşememeye mahkumuz. Hiç gidecek miyiz buralardan?

Belki bir ara.

Görmeyeceksin. Bencilliğinin farkına varacaksın. Bencilliğin olacak seni ayakta tutan, kimseye yer olmayacak dünyanda. Dünyan koskocaman olacak, istesen bütün gezegeni, bütün “gevrekleri”, gelmişi, geçmişi kapsayacak kadar büyük ve bir o kadar da sadece senin dünyan.

Eğlenceli olacak mı? 

Yaşayarak göreceksin. 

Yaşadıklarını sadece kendine anlatmaya dayanacak mı bedenin, ruhun?

Aslında sadece sen olmayacaksın işte “bu yüzden”. Sen kendin, aslında herkesin yansıması olacaksın. Herkeste bir parçan olacak, bir parça nefesin ve bir parça nefsin. Herkesin de sende tabii.


Hiç bir zaman başka bir yer mümkün olmayacak. Sadece “orası” etrafında dönecek gördüklerin ve aldığın nefes. Ama hiç bir zaman herkesle paylaşmayacaksın onları. Herkesle paylaşacaksın çünkü.

Yalnızlığında ve yalınlığında o parça hep olacak. Yaşayıp gördüklerin hep nefes gibi olacak yanında, ardında. Olmazlarsa olmayacak. İnsanlar, nefes, güneş.

kimbilir, belki oyunda iyi çıkar.

(snop musun ne?)

20.10.10

Allianoi'de yok oldu, sıradaki... ?




Allianoi İzmir iliBergama ilçesi sınırları içinde, Bergama-İvrindi karayolunun 18. km.'sinde, Bergama'nın kuzeydoğusunda, Yortanlı Barajı gölet alanının tam ortasında, Paşa Ilıcası Mevkii’nde yer alan bir antik kenttir. [1]
2000 yılından sonra Paşa Ilıcası 1. Derecede Arkeolojik Sit Alanı ilan edildi. İsminin Allianoi olduğu ortaya çıkarıldı ve o yıllarda kişisel ilişkilerle dönemin bakanının alana getiren ciddi bir sponsor bulundu. Aynı bakanlık, Allianoi kazı projesinin büyük ve önemli olduğunu görerek bir üniversite tarafından yapılmasını önerdi.
Bakırçay Havzası’nın sol sahilini sulamak amacı ile Yortanlı Barajı, 1970’li yıllarda projelendirilmiş. O yıllarda Bergama’nın kuzeydoğusundaki Yortanlı Köyü’ne baraj inşa edilmesi planlanmış. Ancak, Yortanlı köy halkının dönemin iktidarına olan politik yakınlığı, proje yerinin değiştirilmesine neden olmuş. Böylece baraj gövdesi Paşaköy mücavir alanına çekilmiş. Doğal olarak bütün resmi evraklarda geçen Yortanlı Barajı adı ise aynı kalmış. 1992 yılı koalisyonunda, siyasette başka aktörler devrede iken, 500 metre uzunluğunda aynı havzada Çaltıkoru Barajı adıyla ikinci bir sulama barajının temelleri atılmış. İkinci bir müteahhide ihale edilen Çaltıkoru Barajı ile işin boyutları değişmiş. Allianoi’un bulunduğu alanın üzerinden geçerek baraj gövdesinde nutuk atan zevata kazı için ayrılan ödeneğin belki on katı harcanmış. Bu görkemli temel atma töreninden sonra kurtarma kazısı projesinin Bergama Müzesi tarafından başlatıllmana karar verilmiş. Baraj gövdesinin bir kısmı, yıllar önce tescillenmiş olan Ksenephon’un ‘Onbinlerin Dönüşü’nde adı geçen Parteneion antik kentinin neredeyse üstüne inşa edilmiş. 4 yıl baraj gövdesinin olduğu alanda antik bir nekropol ve kırsal yerleşimde antropolojik kazı çalışması yapılmış. Ekip içinde ciddi sorunlar yaşandığı gibi ihaleyi alan firma ile eserlerin korunması hususunda bazı müze uzmanları ciddi mücadele verdikleri için sıkıntı da yaşanmış. Ancak barajın yapılabileceğine dair onay, o yıllarda vekaleyen yürütülen Bergama Müze Müdürlüğü’nce  tüm alan taranmadan verilmiş. 1998 yılında baraj gölet alanının tam ortasında Paşa Ilıcası olarak anılan ve Roma Çağı’na ait  olduğu aslında 1904 yılından beri bilinen alanın (Schuchardt 1912) üzerinden geçerek, barajın gövdesinde yapılan törenlere kadar gidilmiş. Bu tören için harcamaların aslında o güne kadar Yortanlı Barajı kurtarma kazısına ayrılan ödeneğin birkaç katı olduğu söylenir.[2]
 Bergama Yortanlı Barajı’nın geçmişi


1963 yılında Kınık Ovası’nın sulanması amacıyla ilk proje D.S.İ. tarafından Kuzey Ege Havzası İstikşaf (Araştırma) Raporu içinde Paşaköy Barajı olarak önerilmiştir. 1970 yılında D.S.İ.'nin yaptırdığı Bakırçay Havzası Master Plan Raporu içinde Yortanlı ve Çaltıkoru Barajlarının bugünkü yerinde yapılmaları ve Kınık Ovası'nın kanaletli bir şebeke ile sulanması öngörülmüştür. 1981 yılında Bakırçay Kınık Projesi Planlama Raporu olarak tekrar detaylı olarak ele alınmış ve her iki barajın yapımı uygun bulunmuştur. Yortanlı Barajı 1985'de, Çaltıkoru Barajı 1986'da, Kınık Ovası sulaması kesin projesi ise 1988 yılında, D.S.İ. tarafından hazırlanmıştır. Bakırçay-Kınık Projesi 1986 yılında uygulama programına girmiştir. Yortanlı ve Çaltıkoru barajları ile Kınık Sol Sahil Sulama inşaatlarına 1993 yılında başlanılmıştır.
Yortanlı Barajı 18 304 hektarlık Kınık Sulaması’nın yüzde 43’ü olan 7793 hektar tarım arazisine yılda ortalama 37 milyon metreküp su verecek. Hem Kınık sağ sahiline hem de sol sahiline su verecek olması projenin anahtar proje haline gelmesine neden olduğu iddia edilmektedir. Bakırçay Kınık Projesi sulama alanı içinde 5 600 çiftçi ailesi yararlanacaktır. Bu proje ile Bakırçay havzasında 20030 ha alanın sulanması amaçlanmıştır. Yortanlı Barajı 67.3 hm 3, Çaltıkoru Barajı'nda ise 41,6 hm 3 su toplanması planlanmıştır. Yortanlı Barajı gövdesi, zonlu toprak dolgu tipinde olup, 117.50 m yüksekliği, 710.5 m. kret uzunluğu vardır. Yortanlı Barajı'nın maksimum su seviyesi, 115, 64 m., toplam göl havzası 67.3 hm 3’dür.
Projede değişiklik yapılmadan baraj yapıldığı takdirde, 67.3 hm 3 tarıma elverişli alan su altında kalacaktır. Allianoi ise baraj gölet alanının tam ortasında kalmaktadır. Su toplanmaya başladığı an, Allianoi’un su altında kalması kaçınılmazdır. Yortanlı Barajı’nda birikecek su hedeflenen miktarına ulaşıldığında, Allianoi 17 m su altında kalacaktır. 40-50 yıl sonra antik yerleşim üzerinde yaklaşık 12 m alüvyon birikecektir. Önerdiğimiz alternatif projede set yapıldığı takdirde doğu ve batı da ana kayaya kadar inilerek geçirimsiz tabakaya beton enjekte edilecek. Perde duvarları ile kuşaklama yöntemiyle Allianoi’un su altında kalması önlenecektir. Ilıcanın kuzeyinden bir tünel aracılığı ile baraj gölet alanına su verilmesi sağlanabilecektir. Eğer bu proje uygulanabilirse, Ilıcanın kuzeyindeki Çam Tepe’ye kongre amaçlı bir turistik tesis yapılmak suretiyle, kültür, sağlık ve kongre amaçlı tesis ile olağanüstü bir kompleks elde edilebilir.[1]

 Allianoi: Hellenistik dönemin sağlık merkezi

Antik yazarlardan P. Aelius Aristides’in Hieroi Logoi adlı eserinde (III.1 ) Allianoi anılmaktadır. Allianoi, antik çağda “Sağlık Tanrısı Asklepion’un yurdu” olarak bilinmektedir.
Bergama Müzesi'ne en ünlüleri sitin simgesi haline gelmiş Nymphe heykeli olan toplam 10000 eser reslim edildi. Allianoi merkez yerleşimi haricinde 1998 yılından beri süren kazılarda tüm gölet alanı içerisinde araştırmalara devam edilmektedir. Bu araştırmalar sırasında 2 km. kuzeydoğuda Helenistik Döneme tarihlenen bir çiftlik yerleşiminin ve Pergamon su hattına ait olan kemerin devamı keşfedilmiştir. Yine gölet alanı içerisinde kalacak, 311 numaralı parselde yapılan çalışmalarda bir Bizans nekropolü ve nekropol şapeli ele geçmiştir.[1]
Devlet tarafından gelen açıklamaların özetine göre ise Allianoi aslında önemli bir arkeolojik alan bile değil hatta aslında ‘yok’. Bu sebepten yersiz endişelenip ortalığı karıştırmakta yersiz sayılacaktır. Çıkarılan ‘birkaç‘ önemsiz eser müzede korunacak ve Allianoi ise kumla kaplanacak, böylece kültür mirasımız korunmuş olacaktır.
Bilim dünyasından gelen açıklamalara göre de Allianoi’nin varlığı ve önemi zaten kanıtlanmış durumda. Geriye antik şehrin kumla dolduruluşuna cevap vermek kalıyor. Eserlerin baraj suları altında kaldıktan sonra tekrar geri çıkarılamayacağı verilen en net yanıt. Bütün bunların üzerine Türkiye’deki çevre ve kültürel mirasa karşı olan, korumak yerine yok etmeyi benimsemiş, alternatif bakış açılarını hala marjinal olarak yaftalayan bakış açısını da eklersek hiç gerçekçi olmayan ‘aslında koruyacağız’ hikayesini daha gerçekçi gözlerle görebiliriz.
Allianoi mücadelesi’nden
Trakya Üniversitesi Öğretim Görevlisi Kazı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Ahmet Yaraş ve Avukat Hilal Küey  ile yaptığımız kısa bir söyleşi:

Seçil Türkkan: Allianoi ile ilgili bugün (1 Eylül)  iki tane basın açıklaması yapıldı. Biri İzmir Bergama’da, diğeri ise Taksim’de. Onun dışında Eroğlu’nun yaptığı bir açıklama var bu konuyla ilgili. Çevre Bakanı Eroğlu “Orası Allianoi değil, Allianoi diye bir yer yok, bu o kişinin uydurduğu bir şeydir ve bunu ben ispat ettim.” demiş. “Sanatçı arkadaşlar da bu konudan çekilsinler, burunlarını sokmasınlar, ben şarkı söylesem iyi mi olur?” dedi. Onun dışında “Yıllarca DSİ’den yüklü miktarda kazı paraları aldılar, yaklaşık 4,5 – 5 milyon lira kazılar için para ödedik, ayrıca ayni yardımlarla da desteklerde bulunduk.” Diyor. Onun dışında Veysel Eroğlu’nun çok kısa bir biyografisi, neden bu kadar baraj sevdalısı olduğumuzu bir taraftan belli edebilecek bir biyografidir. 1966 yılında Afyon Lisesi’nden mezun oluyor Eroğlu, ardından tatil dönemlerinde babasıyla beraber çalışıyor, ayrıca tarlalardaki mahsullerin sulama işleriyle meşgul olurmuş, suya olan sevgisi o tarihlerde, çocukluk dönemlerinde başlamış. Ayrıca mühendislik yanında tarihe de ayrı bir merakı varmış. Mühendis olan Eroğlu, diğer taraftan da tarih bölümünü bitiriyor ve ilk kitabı olan “Su Tasfiyesi”ni de 1982 yılında yazıyor. Bu alıntıladığım Eroğlu biyografisi tarihe olan sevdayı hangi amaçla ve nasıl kullanmak gerektiği konusunda adeta bir örnek oluşturuyor. Hocam siz neler söylüyorsunuz, aslında buradan başlayalım.

Ahmet Yaraş: Sayın Bakan’ın konuşması bir talihsizlik. Devlet ciddiyetine yakışmayacak bir konuşma yapmış. Ben üzüldüm doğrusu çünkü beni tanıyor kendisi ve o kimse dediği, o zamirle kullandığı ifade yerine sonuçta ismimi zikredebilirdi. İsmim Ahmet Yaraş, Trakya Üniversitesi’nde öğretim görevlisiyim ve Allianoi kazısının bilimsel başkanlığını sekiz yıl boyunca yaptım. Allianoi’u ortaya çıkartan ekibin, o genç idealist ekibin başkanlığını yapmıştım, daha önce de Bergama müze müdürlüğü yapmıştım. Sayın Bakan oranın Allianoi olmadığını söylüyor. Bu da başka bir talihsizlik. Sonuçta ben nasıl mühendislik ile ilgili herhangi bir şekilde yorum ya da ahkam kesmiyorsam, Sayın Bakan’ın da Allianoi ile ilgili, Allianoi’un ismiyle ilgili böyle demeçler vermesi talihsizlik. Bir diğer taraftan sanatçıların bu işe müdahil olmamasını istemesi, bir talihsizlik. Sanatçı duyarlılığıyla herkesin bu konuda müdahil olması gerekiyor çünkü bu topraklarda bir kültür varlığının ölüm kalım savaşı ve bütün aydınların bunda taraf olması gerekiyor. Eğer bu bir tarafsızlık olarak algılanacaksa, yani kimse karışmasın ben bildiğimi yaparım deniyorsa o zaman demokrasiden nasibini almamış demektir bu kimseler. Velhasıl çok farklı boyutlarda tartışılabilecek bir konu ama çok talihsiz, son derece yersiz, devlet ciddiyetine yakışmayan bir konuşmaya sahne oldu bu olay.
S.T: Mesela Eroğlu çok küçük bir alan orası, 1998’de bulduk ve sadece bir ılıca merkeziydi, sıradan bir yerdi diyor. Buna bir açıklık getirmek gerekiyor belki de hocam.

A.Y: Sayın Eroğlu gelip gördü mü bilmiyorum ben ama 8 yıldır burada yaşadım, bütün kazı alanını tek tek biliyorum. 40000 metrekarelik alana oturuyor ve bunun 9200 metrekaresi ılıcayı oluşturuyor ki bu ılıca dünyada en sağlam kalmış, içinde sıcak suyu olan en büyük ılıcadır. Bunun bir başka örneği, bu büyüklükte sağlam kalmış bir başka örneği yoktur, üç katlıdır orası. Sadece ılıcanın olması bile korunması için yeterli bir donedir aslında. Bıraktık ılıcayı, orada son derece zengin arkeolojik kültür varlıkları ortaya çıkarıldı. Bunlardan birkaç tane örnek gerekirse 400 tane metal tıp aleti bulundu, yani bir başka deyişle, tıpçı arkadaşlar daha iyi bilecekler, tıbbın babası sayılan Hipokrat’tan sonra gelen isim Bergamalı Galenos’tur fakat bugüne kadar nerede cerrahi müdahaleler yaptığı, kitabını yazdığı ile ilgili bilgi yoktur maalesef. Biz Allianoi’da Galenos’un bıraktığı eserleri bulduk. Bunlarla ilgili doktora çalışması yapıldı, bugün İstanbul Üniversitesi’nde doktora kabul edildi, Allianoi’daki tıp aletleriyle ilgili. Ben doktora tezimi sonuçta Allianoi üzerine yaptım. 5 kişilik profesör ekibi tarafından kabul edildi. Onlar bir yana, 7 tane master tezi yapıldı Allianoi ile ilgili. Zengin kültürel malzeme var, Bergama müzesine teslim ettiğimiz 11000 sikke var, 400 civarında metal eser, 880 civarında seramik eser var. Bunları göz ardı etmemek gerekiyor. Sadece orada bir nymphe heykeli değil, orada 40 civarında heykeltıraşlık eseri var, bunlardan da, yani nymphe heykelinden de önemli olan Asklepios başlarıdır ki oranın kimliğini ortaya çıkarıyor. Yani Bergama’daki ikinci bir sağlık merkezidir Allianoi.

S.T: Yani dolayısıyla Sayın Eroğlu’nun söylediği gibi küçücük bir alana kurulmuş ve hiçbir arkeolojik tarihsel malzeme vermeyen, sıradan bir yer değildir Allianoi, öyle değil mi?

A.Y.: Sayın Eroğlu’nun söyledikleri bir bilim adamına yakışmayacak bir sözdür. Sayın Tarkan Tevetoğlu’na herkes işiyle uğraşsın demiş, ben de bu yüzden Allianoi’a geldim, evet benim işim de burası. İşin başına geldim ve bugün bu duyarlı arkadaşlarla birlikte Bergama’daki El Ele Hareketi, Doğa Derneği, çok sayıda sivil toplum örgütüyle birlikte böyle bir eylem gerçekleşti. Yarın öbür gün yine burada olacağız ve bunun peşini bırakmayacağız. Bu konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gitti ve ilk defa böyle bir kültür varlığının korunması yönünde bir karar AİHM tarafından kabul edildi. Yarın öbür gün sonuçta bu Türkiye Cumhuriyeti’nin önüne gelecek. Bu kadar polemik yaratmanın anlamı yok. Onun yerine daha bilimsel şeylerle konuşalım. Örneğin dört yıldan beri kazı izni verilmiyor, bilimsel çalışmaya izin verilmiyor.Yakın geçmişte biliyorsunuz Zeugma katledildi, sular altında kaldı. Zeugma sular altında kalırken ne kadar hızlı bir çalışmanın son haftaya sığdırılmak istendiğine tanık olduk. Su gelene kadar inanılmaz bir çalışma vardı, yurtiçinden, yurtdışından farklı ekipler geldiler orada çalışma yaptılar. Çünkü farklı bir sponsor vardı orada, farklı bir barajı yapan konsorsiyum vardı. Uluslararası anlaşmalar gereği, kültür varlıkları barajın altında kalmadan önce çalışma yapmak gerekiyor. Bu uluslararası anlaşma gereğidir, teamül budur ama burada 4 yıldan beri arazi terk edilmiş durumda, kaçak kazılar yapılıyor orada iki tane bekçi olmasına rağmen ve bizim bilimsel heyetin çalışmasına izin verilmiyor. Gerekçe nedir? Daha fazla eserin çıkması istenmiyor, tek amaç budur. Orada her kazmayı vurduğumuzda yeni bir eser, yeni bir heykel ortaya çıkıyor. Amaç burada heykeller çıkmasın, nasıl olsa orası çok önemli değil bugün dediği gibi, iki tane gavur eseri mantığıyla bu işi sonlandırmak istiyorlar.

S.T: Bu zaten bir şekilde artık Türkiye’nin politikası haline geldi sanıyorum, o yüzden bununla da ilgili ses çıkarıyor olmak çok önemli. Peki bu eserlerin geri dönüşü olabilecektir diyor, çok kısa onunla da ilgili bilgi alabilir miyiz sizden hocam, kumla kaplanması düşünülüyor durumu var şu an.

A.Y: Sayın Bakan hangi mantıkla ve hangi şeye dayanarak bunu söylüyor bilemiyorum. Su altında kalmış dünyada başka bir örnek korunmuş mudur, bunun örneğini versin bana. Desin ki Mısır’da, atıyorum Amerika’da, Şili’de böyle bir su altında, barajın altında kalmış ve burası korunmuş, 50 yıl sonra ortaya çıkartılmış. Böyle bir örnek yok, olmaz böyle bir şey. Tatlı su altında kalan hiçbir kültür varlığının geleceğe bırakılması mümkün değil, bu bu kadar net ve sabittir, dünyada böyle bir örnek yok. Bu ülkenin tapusu demişti Başbakan Topkapı için, evet bu ülkenin tapusudur Topkapı Sarayı ama aynı zamanda Allianoi da tapusudur. Yani kültürler arasında ayrım yapmamak gerekiyor. Allianoi Grek ve Roma eseri diye biz Allianoi’u suya gömeceğiz, katledeceğiz, onun yerine Topkapı Sarayı bizim tek eserimizdir diye yaklaşmak cehaletin net örneğidir. Mesleki etik vardır sonuçta. Bugün hangi bilim adamı kalkıp da orası önemli değil diyebilir, bu mümkün değil. Şunu söyleyeyim sadece, bir bilim adamını, bir kimyacıyı, bir fizikçiyi laboratuara sokmamakla eşdeğerdir bizim Allianoi’a giremememiz. 3 yıldan beri Allianoi’a giremiyoruz, bilimsel çalışma yapamıyoruz, doktora ve yüksek lisans tezleri yarım kalmış durumda. Gerekçe; burada bilimsel çalışma yapılamaz. Hani özgürlük? Hani demokrasi? Hani bilimsel özerklik? Bunlar yok, bunlar sözde. Somut olarak Allianoi’da yaşıyoruz. Bakın hukuksal anlamda bir katliam yaşanıyor, 16 tane dava açılmış, yürütmeyi durdurma kararı verilmiş, bu davalara rağmen kelime oyunları yapılıyor, hukukun ardından dolanılıyor, koruma kurulu yeniden karar çıkarıyor. Kil yerine kum yazıyor mesela ve biz bunu tekrar iptal ettirmek için sivil toplum örgütleri olarak tekrar devreye giriyoruz. İnanılmaz bir enerji harcanıyor ve 5 yıldır bu sürüyor. Şimdi yeniden bir koruma kurulu kararı çıkartmışlar, kum yerine kil olsun diye ve yeniden şimdi mahkemeye dava açılıyor. Ama çağdaş Türkiye’nin bu olmaması gerekiyor, bir diyalog ortamı olması gerekiyor sonuçta kendi bilim adamına da biraz güvenmesi gerekiyor. Eğer kendi bilim adamına o diye hitap ediyorsa, konuşacak bir şey kalmıyor.
Ben Açık Radyo dinleyicilerinden şunu rica ediyorum, bu konuda duyarlı olunsun. Bütün sanatçılar, aydınlar, bu bir evrensel değerdir, kültür mirasıdır ve bunun korunması şarttır ve hep birlikte bunun korunması için mücadele edelim. Çünkü Allianoi bir mihenk taşıdır, bundan sonra pek çok HES’ler, pek çok barajlar devreye girecektir. Çünkü bu kadar hukuksal kazanımlara rağmen burası su altında kalırsa, bunun sonu olmayacak. Biz yaptık oldu mantığı yaşanacak. Yani bugün Allianoi, yarın başka bir yer.

Allianoi davasındaki hukuk tecavüzü

Allianoi davası avukatı Hilal Küey: Biz 2004 yılından itibaren Allianoi ile ilgili davalarla uğraşıyoruz. Bu konuda alınmış bir tane ilke kararı, yani kültür varlığının baraj suları altında kalmasıyla ilgili alınmış olan 717 sayılı ilke kararını Danıştay’dan iptal ettirdik. Arkasından hemen çok minik bir değişiklikle 717’de DSİ olan karar verici kurumu 749’da ilgili kurum diyerek bir tane daha karar aldılar, ona da dava açtık, o davada da yürütmeyi durdurma geldi Danıştay’dan. Kurumla yani, İzmir 2 nolu koruma kurulunun almış olduğu 4 tane karar var. Bir, duvarla çevirip suya gömme. Bu proje mahkeme kararıyla iptal oldu. İkincisi, duvarla bütün olarak çevirmeyip sağ taraftan çevirip gömme. Bu proje de iptal oldu. Üçüncüsü, kille kapatıp suya gömmeydi. Kille kapatıp suya gömmeye 12 Mayıs’ta yürütmeyi durdurma kararı aldık. Yürütmeyi durdurma kesinleşti, dava tabii ki devam ediyor. Yürütmeyi durdurmaya uydular tabii mecburen. Ondan sonra minik bir değişiklikle 28 Mayıs’ta ve 17 Ağustos’ta geçen hafta, kumun yerine kil yazarak, kille kapatarak suya gömme İdare Hukuku’nda yeni bir işlem oluyor ya, ona dayanarak da şu anda inşaat diyorum ben, başka bir şey değil, öyle koruma, rölöve çalışması yapma, orada nazik bir biçimde mozaiklerle ilgilenme, böyle şeylere inanmıyoruz çünkü inanmamızın hukuki dayanağı da var. 2007 yılındaki karar uygulamaları, orada rölöve çalışmaları çıkarılırken, 2008 yılında oraya kepçeyle müdahale edildiğine dair bir delil tespit raporumuz var. Yani kötü bir biçimde uygulanıyor bütün rölöve çalışmaları, sıcak su akışı durdu kepçeyle girildi diye. Böyle bir delil tespiti karşısında niçin şu andaki işlemler doğru düzgün yapılsın? Neden inanalım buna? İnanacak bir durum yok. Bütün bunları anlatarak, tabii ki son yapılan işlem de bir idari işlem, ona karşı da dava hazırlıklarımız bitmek üzere, yarın, en geç öbür gün de açılacak o iptal davası. Onun için de yürütmeyi durdurma isteyeceğiz. Ancak ilk defa şöyle bir şey yaptık Allianoi için. Dün gönderdim kargoyla, bugün elindedir sanıyorum, Cumhurbaşkanı’na bütün bu hukuki süreci anlattık ve artık bu ufak tefek değişikliklerle mahkeme kararlarını aşmanın yolunu açıyor kurul, yani kumu kil yaptık bak, DSİ’ye ilgili kuruluş demek gibi yeni yeni kararlarıyla. Cumhurbaşkanı’ndan Devlet Denetleme Kurulu’nu harekete geçirmesini istedik ve bütün bu yapılan işlemlerin görevi kötüye kullanmak olduğunu düşünüyoruz. Umarım, ümit ediyorum ve istiyorum, Denetleme Kurulu harekete geçer ve Allianoi kurtulmuş olur.

Allianoi’de sular altında...

Bizler bütün bunları konuşup, hukuk mücadeleleri verip, Allianoi’nin neden sular altında kalmaması gerektiğini anlatırken antik çağın sağlık merkezinin üzeri  doldurulmaya başlandı. Bir kez daha artık çok geç.

Türkiye’de arkeoloji camiası yapılan kurtarma kazılarının ‘kazandırdıklarından’ bahsetmeyi  de ihmal etmiyor. Bu sayede Kültür ve Turizm Bakanlığı kazı iznini hemen veriyor, daha yüksek meblalarda para aktarımında bulunuyor. Arkeologlar bakanlık sıkıştırması altında bir yandan eserlerin geleceği için en doğru, en sağlıklı yollarla çalışmalarını yürütüp diğer taraftan da bürokratik engellerden bir nebze de olsa erken sıyrılıp bilimsel çalışmalarının yapabiliyorlar. Bu duruma dilemma da diyebiliriz. Çünkü özgürce bilimsel çalışma yapabilmek, kültür mirasının bulunamayanlarını tıpkı bir puzzle gibi birleştirilebilmesi diğer taraftan da yapılan bilimsel çalışma süresinin devletin kazıya verdiği süre ile sınırlı olması, sadece yüzeysel araştırmalar yapabilecek olmak. Bu ve bunun gibi olaylardan çıkarımlarla devletin ne kültürel mirasa ne çevreye ne de arkeoloji mesleğine saygı duymadığını bilmek.

Türkiye’de nedenini kimselerin çözemediği bir yıkım politikası var. Çevre ve kültür yıkımı. Yok edilen arkeolojik alanlar, restore edeceğiz denilerek kapatılan ama bir türlü yenilenemeyen sanat mekanları var. Barajlar ve köprülerle yok edilmek istenen yeşil alanlar var konuşulması tabu olan ve hakkında konuşanın da günah keçisi ilan edildiği.

Gerçekçi olmak gerekirse sürekli genişleyen, kalabalıklaşan, gelişen ya da en kötüsü küreselleşen dünyada; hiç bir kaynağın kimseye yetmediği, enerji ihtiyacının gün be gün arttığı koskocaman bir gerçek. Bu doğrultuda da insanların sürekli hırçınlaştığı, önüne çıkan herşeyi yok etmeyi görev edindiği bir gerçek. Kültür, sanat ve yeşili savunmanın saydığım –bilinçaltı- sebepleriyle elitlik ve vurdumduymazlık sayıldığı da gözler önünde. Ama üretilen yıkım  fikirlerine kulak tıkamak yıkım politikalarının savunulduğunu, devletlerin işine geldiğini, korumanın ise zor sayıldığını gösteriyor. Türkiye’de devam eden birçok arkeolojik kazı çalışması var. Bunların bir çoğu kurtarma kazısı. Örneğin Hirbemerdon Tepe, Hakemi Use, Müslümantepe, Kavuşan Höyük, Gre Abdurrahman – Körtik Tepe, Kuriki Höyük, Gre Virike – Zeviya Tivilki, Türbe Höyük – Çattepe – Başur Höyük, Gre Amer, Hasankeyf, Zeugma.

Bu antik kentlerin ya da yerleşimlerin şimdilik sadece isimlerini biliyoruz fakat bilim dünyasına kazandırdıkları geçmişi aydınlatıyor. Ve evet, yok  edilmeye başladıklarında tek tek hepsi için çığlık atacağız. Aslında öğrenebilecekken öğrenemediklerimiz ise eski çağlardan günümüze kadar gelmiş fakat günümüz politikaları vasıtasıyla yok olmaya mahkum olacaklar.

21. yüzyılın dünyasında Türkiye, artık tükenmekte olan arkeolojik eserlerin zamanında, tüm dünyanın geçmişini aydınlatabilecek kalıntıya sahip olup bunu yadsımayı / yok saymayı tercih eden ülke benim gözümde. Diğer ülkelerin, antik kenti bırakın herhangi bir kalıntıya verdiği değeri görmezden gelen ülke. Kültürel mirası önemsemeyi ‘boşluk’ sayan yöneticilerin var olduğu; benim kültürel mirasıma duyduğum saygı ve merakı bünyesinde zerre barındırmayan; çıkardığım sese de oturduğu yerden ‘herkes kendi işini yapsın’ ukalalığını yapanların Çevre ve Orman Bakanı olduğu, ‘Elimden birşey gelmez’ diyenlerin Kültür ve Turizm Bakanı olduğu ülke.

Aslında yapılacak baraja değil ‘zihniyete’ karşı ses çıkarmaya çalışan fakat seslerini iktidarın gücü yüzünden hep ‘baraj istemeyenler’ olarak duyurmuş insanlarda var benim yaşadığım yerde. Allianoi’nin bir kısa uğraşla, devlet babanın desteğiyle korunabileceğini söyleyen, alternatif koruma yöntemlerini kafa patlatıp ortaya çıkaran  bilim insanları da var. ‘Allianoi vardır, buradadır, işte kanıtı’ diyen insanlarda var. Kendi gördüklerini çocuklarının da görmesini isteyen insanlarda.

Ben başka bir ülkede mi yaşıyorum orasını bilmiyorum.



[1]  Ahmet Yaraş, "Allianoi 2003 Kazıları", XXV Uluslararası Kazı Sonuçları Toplantısı, (26-31 Mayıs 2002 Ankara)

[2] Bu söyleşi 1 Eylül 2010 tarihinde Açık Radyo 94.9 “Sosyal Hareketler Gündemi” isimli radyo programında yayınlanmıştır. 


* Onurcan'a teşekkürler.

30.7.10

Sansüresansür.



Sansür.

Yasaklananlar.

Aslında birilerinin senin hayatın  adına  karar vermesi, sansürlenen ürünleri görmemenin bünyene daha çok fayda sağlayacağı (?) düşüncesi  ile hareket eden baskıcı-yönetici-güdücü unsurun getirilerinden yalnızca biridir. Güdülmeye ihtiyaç duyan toplum için ise tam bir devadır..

Başka bir  değişle yöneten sınıfın, yönetilenlerin sosyal hayatına bire bir müdahalesidir. Sansür birinin size “oraya gitme, buraya girme, şurayı görme” demesi ile eş değerdir.
Sansürün bir çok çeşidi vardır. İşin sırrı,  hayatında nelerin sansürlendiğinin farkına varmandadır. TİB’in hiçte işi olmadan  şimdiye kadar   6231  siteyi kapatmış/sansürlemiş olması tesadüf değildir. Sitelerin içeriklerinde türklüğe hakaret, pornografi unsurları barındırdıkları gerekçeleriyle kapatılıyor olması büyük bir tehlikeyi işaret ediyor.

Birileri, senin iç dünyanı manüpüle etmek derdinde.

İnternet, insanları bir taraftan tek tip haline getirmenin en meşru yolu iken  bir diğer taraftan da  geleceğimizin özgür dünyasını yaratmaktadır. Herkes istediği veriye isstediği site üzerinden ulaşabiliyor olmalıdır.  Halbuki birilerinin verdiği kararlarla kapattıkları sitelerin bize işaret ettiği veri, senin bireysel karar verme yetini yok saymakta olduklarıdır.

Devlet eliyle demokratikleşme/demokratikleştirme çalışmalarının hız kazandığı, darbe yasasını çöpe atmak kavramıyla bu kadar yakinen tanıştığımız bu günlerde hala sansürlenen sitelerin varlığını koruyor olması, sansüre karşı devlet kanadından  yapılan “şaka” sınıfına dahil edebileceğimiz açıklamalar, aslında sadece “şakacıktan” demokratikleşme yolunda olduğumuzun, en açık kanıdı değil mi? İçerisinde kandırmacaa-şaka barındıran anayasa değişikliğine nasıl birileri evet, birileri hayır  diyorsa sende sansüre karşı tarafını belli et.

Birileri senin yerine karar veriyor. Sen güdülmeyi göze alıyor musun?

Eğer hayır diyorsan, 17 Temmuz Cumartesi günü saat 17’de “yine” Taksim Galatasaray Meydanında.

Ama bu kez başka sloganlarla.



15.6.10

Ucundan bulaşmak iyi gelecektir kimilerimize

Avrupa Sosyal Forumu 1-4 Temmuz’da İstanbul’da

‘Başka bir Avrupa gerekli’

ASF HABER BÜROSU - Sosyal Forumlar, 2001’de ilk Dünya Sosyal Forumu’nun Porto Allegre’de yapılmasıyla başlayan bir hareket. İsviçre’nin lüks kayak merkezi Davos’ta her yıl yapılan Dünya Ticaret Forumu’nda efendilerin biçimlendirdiği dünyaya karşı ‘Başka bir dünya’ arayışının ürünü olarak doğdu. Egemenlerin dayattığı ve ‘başka alternatifiniz yok’ dediği yaşam koşullarına karşı, ezilenlerin, sömürülenlerin alternatif arayışının adresi olageldi, sosyal forumlar.

Avrupa Sosyal Forumu ise, bu hareketin bir parçası olarak, ilkin 2001’de İtalya’nın Floransa kentinde toplandı. İkinci ASF Paris’te, üçüncüsü Londra’da yapıldı. Dördüncü ASF komşumuz Yunanistan’da, Atina’da gerçekleştirildi. Beşinci ASF ise İsveç’in başkenti Malmö’de yapıldı.

Türkiye Sosyal Forumu, bu sürecin bir parçası olarak 2005’te doğdu. DİSK, KESK, TMMOB gibi emek ve meslek örgütlerinin yanı sıra, demokratik kitle örgütleri, sol siyasi partiler, kadın hareketleri ve çevre hareketleri tarafından oluşturuldu. TSF, Atina’da yapılan 4. Avrupa Sosyal Forumu’na 1000 kişilik bir katılım sağlayarak ilk büyük organizasyonu gerçekleştirdi. Ardından bu kez, Eylül 2006’da Türkiye Sosyal Forumu gerçekleştirildi. Gelişen ve güçlenen Türkiye Sosyal Forumu, bu kez 6. ASF’yi gerçekleştirmeye aday oldu. Mezopotamya Sosyal Forumu ise ilk forumunu Eylül 2009’da gerçekleştirdi.

1-4 Temmuz’da İstanbul’da toplanacak olan Avrupa Sosyal Forumu, kapitalist sistemin dünya ölçeğinde bir krize girdiği koşullarda yapılıyor. Forum çağrıcıları, ASF’yi, küresel ekonomik, mali, siyasi, sosyal ve ekolojik krizlere karşı, sosyal hareketlerin ortak mücadele stratejisinin geliştirildiği bir zemin yapmak istiyorlar. Forumların gelenekselleşen ‘Başka bir dünya mümkün’ sloganını yeni koşullara uyarlayan ASF, bu kez forumun ana sloganını ‘Başka bir Avrupa gerekli’ olarak belirledi.

Avrupa Sosyal Forumu, küresel krizin Yunanistan, Macaristan, Romanya gibi yerel krizlerle Avrupa’da yeni bir aşamaya sıçradığı ve emekçilere yönelik yeni yıkım programlarının devreye sokulduğu koşullarda toplanıyor. Forum organizatörleri bu koşullarda şu çağrıyı yapıyor:
“Ekonomik, mali, politik, sosyal ve ekolojik krizler birbirinden ayrılamaz. Bu yüzden kapitalizme, emperyalizme, faşizme, erkek egemenliğine, doğanın ve gezegenin imhasına ve aşırı sağa karşı mücadele eden tüm hareketler ellerini birleştirmeli ve ortak bir strateji geliştirmelidir. İstanbul ASF’de, biz sosyal hareketler olarak böyle bir ortak eylem stratejisi geliştireceğiz.”

Avrupa Sosyal Forumu, son kriz vesilesiyle Avrupa çapında tırmanan neoliberal saldırıya, işten atmalara, ‘sosyal kesintilere’, eğitimin ve sağlığın özelleştirilmesine karşı ortak bir duruş ve güçbirliği yaratmayı hedefliyor. ASF bileşenleri, son hazırlık toplantısında yayımladıkları bildirgeyle, Yunan halkının IMF-AB yıkım planlarına karşı mücadelesine desteklerini ilan ettiler.

Ana gündemler; Kriz, çevre, Filistin, Kürt sorunu

Forum programında, en büyük ağırlığı “Ekonomik ve sosyal krizler: Direniş ve alternatifler” başlıklı 1. eksen oluşturuyor. Çeşitli bakış açılarından, farklı anlayışlardan sendikalar, hareketler, kurumlar, partiler, iki yıldır süregelen küresel krizi, mücadele deneyimlerini ve alternatifleri tartışacaklar.

Kopenhag ve Cochabamba Zirvelerine katılan çevre hareketleri de ASF’de buluşuyor. ASF etkinliklerinin bir diğer ağırlığı da “Gezegeni kurtarın: Sürdürülebilir bir dünya inşa etmek” başlığı altında toplanıyor. ASF çağrısında “sosyal ve ekolojik yıkıma”, “emeğin ve doğanın sömürüsüne” karşı ortak mücadele vurgulanıyor.

İstanbul’da toplanan Avrupa Sosyal Forumu, ilk kez AB üyesi olmayan bir ülkede yapılıyor. İstanbul’un bir diğer özelliği, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya gibi, güç çatışmalarının odaklaştığı üç merkezin tam ortasında olması.  Bu nedenle, “savaş ve barış”, “ezilen uluslar ve azınlıklar” gibi başlıklar, ASF’de özel ağırlık oluşturan bir diğer eksen.

ASF, Filistin’e yönelik Gazze ablukasının tartışıldığı, İsrail’in insani yardım taşıyan Mavi Marmara gemisine yönelik katliamının ardından tüm dünyanın gözlerinin Türkiye’ye çevrildiği koşullarda toplanıyor. ASF’ye aralarında Omer Barguti, FHKC, FDKC’nin de bulunduğu çok sayıda Filistinli örgüt, hareket ve çevre katılıyor.

ASF, Türkiye’de Kürt sorununun çözümünde yeni bir tıkanmanın yaşandığı, askeri operasyonların ve çatışmaların yoğunlaştığı bir dönemde toplanıyor. ASF’de Kürt sorununun ve çözüm önerilerinin tartışıldığı çok sayıda seminerin yanı sıra “barış ve kardeşlik” talepli çeşitli etkinlikler düzenleniyor.

Keza, Türkiye’nin, AB’nin gözmen karşıtı politikalarının parçası olması ve her yıl binlerce Afrikalı göçmeni sınır dışı etmesi de protesto edilecek. ASF çağrısı “insanların serbest hareket özgürlüğü” talebinde bulunuyor ve Avrupa’nın bir kale haline getirilmesine karşı çıkıyor.

Dünya Kadın Yürüyüşü 30 Haziran’da başlıyor

8 Mart’ın kabulünün 100. yıldönümü vesilesiyle özel bir anlam kazanan Dünya Kadın Yürüyüşü de bu sene Avrupa Sosyal Forumu’yla koordineli biçimde çalışmalarını yürütüyor. Dünya Kadın Yürüyüşünün startı, 30 Haziran’da İstanbul’da verilecek. Forumun açılış töreni ise DKY yürüyüşünün ardından yapılacak. Forum açılışında bir DKY temsilcisi de konuşacak. Avrupa Sosyal Forumu’nda eksenlerden birisi de kadınların “Ayrımcılığa karşı eşitlik” talebini başlık ediniyor. ASF bünyesinde de kadın özgürlük mücadelesine dair birçok seminer düzenleniyor.

Forum programı

Forum, 30 Haziran gecesi, saat 20.00’de Taksim Gezi Parkı’nda yapılacak açılış töreniyle başlayacak. Açılış töreninde bir Tekel işçisi, Yunanistan Sosyal Forumu’ndan bir temsilci, Dünya Kadın Yürüyüşü temsilcisi ve Mezopotamya Sosyal Forumu’ndan bir temsilci konuşacak.
1-3 Temmuz günlerinde Forum bünyesinde gerçekleştirilecek seminerler ve tematik asambleler yapılacak.

3 Temmuz saat 18.00’de Harbiye’den Taksim’e Forum Yürüyüşü düzenlenecek. Yürüyüşün ardından Gezi Parkı’nda bir konser düzenlenecek.
4 Temmuz saat 10.00’da ise Forum boyunca yürütülen tartışmalardan süzülecek sonuç bildirgesinin ve krize karşı Avrupa çapında eylem kararlarının tartışılacağı “Final Asamblesi” toplanacak.